Özlem Yenilmez

 

İstanbul Üniversitesi

İletişim Fakültesi Öğrencisi

 

Christian Metz

 

1931 Beziers’ te dünyaya gelen Christian Metz, klasik edebiyat, Latince, Yunanca ve Almanca dil eğitimi görmüştür.Mesleki yaşama yedi yıl boyunca yaptığı lise öğretmenliğiyle başlamış ve daha sonra C.N.R.S.’ ye (Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi) araştımacı olarak alınmıştır. 1966 yılında Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’da çalışmaya başlamış ve bu kurumda bölüm başkanlığı yapmıştır. Bu sırada 1961 yılında kurulan CETSAS’da (Disiplinler Ötesi İnceleme Merkezi) araştırmalarını sürdürmüştür.

 

Başlıca yapıtları:

 

Essais Sur la Signification au Cinema -1, Paris, Klincksieck, Essais Sur la Signification au Cinema-2, Langage et Cinema, Le Signifiant Imaginaire, Essais Semiotiques.

 

Yüzyılın yeni araştırma dallarından sinemagösterge bilimin (semiyoloji) yaratıcılarından biri olarak gösterilen Christian Metz bu alandaki araştırmalarına 1960’lı yıllarda başlamıştır. Roland Barthes’ın aynı yıllarda başlattığı genel göstergebilim akımına kapılarak bu işe atılan araştırmacının amacı yapısalcı dilbilimin sağladığı olanaklardan yararlanarak sinemanın (ve daha genelinde işit-görsel olgunun) bir dile sahip olduğunu göstermektir. Ancak bu dilin “sözlü” dil ile hiçbir ilişkisi yoktur.Yapısalcı dilbilimin çözümleme yöntemi sinemaya ancak göreceli bir biçimde ve çok dikkat edilerek uygulanmalıdır. Öte yanda göstergebilimin amacı çözümlemeler üstünde yoğunlaşmak degil, yapılmış çözümlemelerden yararlanarak bunlarda bir ortak kod bulunup bulunmadığını araştırmaktır. Sözkonusu olan sinemanın bir dilbilgisine sahip olduğunu kanıtlamak da değildir. Zaten bu olguyu araştırmacının kendisi de kabul etmektedir. Kendi deyimiyle “sinema göstergebiliminin hiçbir işe yaramaması“ gerek kendisinin gerek bir araştırmacı ordusunun bu konuda araştırmalar yapmasını engellememektedir.

 

Göstergebilim olgusu 1930’lu yıllardan sonra başlayan yoğun bir dilbilimsel araştırma akımının ardından gelmiştir. Barthes ve onun ardından gelen öteki göstergebilimcilere göre İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan siyasal sistemler yapıları gereği, insanları temelden bir otomatlaşmaya itmekte ve bireyin içinde yaşadığı sosyo-politik sistemler konusunda sorular sormamasını amaçlamaktaydılar. Gerek kitle iletişim araçları ve gerek bu siyasal sistemlerin oluşturdukları “yeni” gösterge sistemlerinin ideolojik işlevlerini ortaya çıkaracak yeni bir bilim dalı gerekiyordu. İşte genel göstergebilimin temel işlevlerinden birinin bu olduğu söylenebilir.

 

Christian Metz, bir mantık “labirent”i olarak adlandırabileceğimiz Le language et le Cinema (1971) adlı yapıtı sinema dilini parçalarına ayırmakta ve yeniden birleştirmektedir. Ancak bu yapıt belirli bir dönemin sinemasını ve sinema olmanın ötesinde “spekülatif bir anıt“ olma niteliğini taşımaktadır.

 

Essais Sur la Signification au cinema’nın ikinci cildinde, birincide bıraktığı boşlukları doldurmaya çalışan Christian Metz’ in 1977 yılında Le Signifiant Imaginaire (1977) adlı yapıtıyla çalışmalarına yeni bir yön verdiği görülmektedir. O güne kadar sinemaya özellikle seyirci tarafından bakan ve doğal mantık düzeyinde kalarak anlambilimsel verilerle yaklaşan Metz, bu yapıtıyla yönetmen tarafına geçmektedir. Çünki sinemada seyircinin, kendisine gönderilen mesajı nasıl algıladığı bir sorunsa, bu mesajın üretilmesi de karşımıza bir başka sorun olarak çıkmaktadır. Burada Freud’çu psikanalizin temel verilerinden yararlanan araştırmacımız; bilinç/bilinçaltı, yoğunlaştırma/yerdeğiştirme, eğretileme/düzdeğişimcenin yanısıra toplum/sanatçı, dil/dilyetisi gibi bir dizi ikiliden yola çıkarak sanatçının mesajını nasıl ürettiği sorusunu tartışmaktadır. Bütün bu tartışmaların gelip dayandığı nokta, sanatçının hangi ölçülerde toplumsal yapı ve onun belirleyici gücünün dışına çıkabildiği ve bu aşıp geçmeyi hangi yollardan başardığı noktadır.

  

Essais Semiotiques de (1977) “görsel - işitsel” iletişim olgusunun temel kodlarını belirlemeye çalışan Metz kurduğu ilişkiler aracılığıyla, sinema, televizyon, çizgi resim, fotoroman ve fotoğraf arasındaki anlatım benzerlikleri ile bu benzerliklerin nedenleri ve nasılları üstünde durmaktadır. [1]

  

Önceleri Metz, Andre Bazin’in yoğun etkisi altındadır ve doğal anlatımlı görüntünün anlam aktarmada çok güçlü olduğuna inanır. Daha sonra Eco ve Emilio Garroni ile tanışır. Onlarla yaptığı tartışmalardan sonra en özgün dediğimiz filmlerin bile düzgülere dayandığına inanır. Metz bu düzgüleri ikiye ayırır: kültürel düzgüler, özgül düzgüler. İzleyici kültürel düzgülerle o denli çok karşılaşır onları o denli içselleştirir ki onların kültür ürünleri olduklarını düşünmez bile. Kültürel düzgüleri anlamak için özel bir eğitim gerekmez, o toplumda doğup büyüme bu düzgüleri anlamak için yeterlidir. Oysa özgül düzgüleri öğrenmek gerekir. Metz’e göre kurgu, alıcı devinimleri, optik etkiler,vb. gibi yöntemler özgül düzgülerdir. Bu yöntemlerle yaratılan anlamı anlamak da oldukça kolaydır. İzleyici ilk filmde olmasa bile üçüncü ya da dördüncü filmde onların anlamlarını anlar. Metz, filmi anladığımız, olay örgüsünü anladığımız için sözdizimini anladığımızı vurgular. Sözdizimini bilmek olay örgüsünü anlamamıza yol açmaz.

  

Metz’ de Eco’ da en ikonik göstergede bile kültürel düzgüler olduğu için anlamın büyük oranda kültüre bağlı olduğunu söyler. Metz’ e göre sesli ve konuşmalı çağdaş sinemanın beş değişik gereci vardır:

 

1-                 Görüntü (herhangi bir görüntü değil, film ayrımına yerleştirilmiş devinimli görüntü, çünkü aynadaki yansıma ya da figüretif resim de görüntüdür.

2-                 Kaydedilmiş sesçil ses, filmin “sözcük” leri sözkonusu olduğunda.

3-                 Kaydedilmiş müziksel ses.

4-                 Kaydedilmiş ses (stüdyolarda müzikle karşılaştırılarak “gerçek ses” denilen)

5-                 Yazının grafik izi (tanıtma yazıları, arayazıları, görüntüdeki yazılar, vb.)

 

Metz’ e gore görüntü anlamını kültürel düzgülerden ötürü ya da bağlamdan ötürü edinir. Her görüntü tek başına bir anlam taşır, ama başka görüntülerle birlikte olduğunda yeni yananlamlar edinir. Bu durumda filmin başını görmeyen bir izleyici yananlamı anlamaz. Filmde bir nesnenin kahramanla ilgisi kurulur. Bundan dolayı o nesneyi gördüğümüzde kahramanı anımsarız. Yönetmen kahramanla ilişki kurmak için dilediği nesneyi seçer, ama bir kez seçimi gerçekleştirdi mi o nesne film boyunca kahramanın yerine geçer. Böylece izleyici bağlamdan ötürü yananlamı anlar. [2]

 

Christian Metz ile söyleşi

 

-       Göstergebilim serüvenine nasıl atıldınız?

 

Christian Metz - Önce genel etkenlerden söz edebiliriz. Benim işe başladığım sıralarda Roland Barthes’ in itkisiyle Fransa’ da büyük göstergebilim dönemi başlamış bulunuyordu. Benimle aynı kuşaktan olan pek çok yazar benimle aynı nedenler yüzünden (yaş, dönem, vs.) göstergebilim adlı serüvene atıldılar. Öte yandan kişisel nedenlerim de vardı, geçirdiğim eğitim aşamalarında pek çok dil incelemiştim. Eski dillerden latince ve yunancayı, modern dillerden ise birçok dili tanıyan biriydim. Daha sonra dilbilimi kendi kendime öğrendim. Gençliğimde aynı zamanda bir sinema hastasıydım ve “Cine-clubs” hareketi için II. Dünya savaşı sırasında militanlığa başlamıştım. O zamanlar çok gençtim.

 

   Görüldüğü gibi genel nedenlerle kişisel nedenler arasındaki çatışma beni bu yöne doğru sürüklemiş oldu. Bu ikili oluşum (sinema severlik ve dilbilimci değil ama diller bilen biri olarak – ki bu dilbilimin başlangıcı demektir) bu iş için elverişliydi.

  

-       Sizi, olgulara bu şekilde bakmaya iten diğer nedenlerden söz edebilir misiniz?

 

Christian Metz – Bunun kökeninde her şeyden önce kuramsal itkilerin bulunduğu nu söyleyebilirim. Öyle sanıyorum ki, kimi insanlar çok güçlü bir düşünce biçimine sahip olabiliyorlar. Kuramsal bir itki diyebiliriz buna. Aynen bir duygulanma biçimi gibi bir şey. Benim için, soyut bir kavram, konuşan bir şeydir. Bir insan vücudu kadar somuttur. Benim için kavramlar canlı varlıklardır. Evet, herşeyden önce kuramsal itki diyebiliriz buna. Öte yandan sinema üstüne yazılan şeylerin genelinde korkunç denecek kadar yoksul, yaklaşık, dayanaksız ve çok düşük bir düzeyde olması canımı sıkıyordu. Sinema alanında daha bir titizlik isteyen yeni bir söylevin yaratılmasına katkıda bulunmak istedim, o kadar.

 

-       Sinemada Anlam Üstüne Denemeler’ in 1. cildinde aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyordunuz.

 

Christian Metz – Evet, geçmişin bütün birikimlerinden yararlanarak yaptım bu işi, çünkü göstergebilimden önce sinema alanında çok önemli ve çok nitelikli birkaç çalışma yapılmıştı. Bunların göstergebilim tarafından yeniden işlenmesi gerekiyordu. Onları yadsımak için de hiç bir neden yoktu. Belki çok değil ama, bir dizi çok önemli düşünür (Eisenstein, A. Bazin, A. Laffay, Jean Mitry, E. Marin. vb.) sinema üstüne yazılar yazmıştı.

 

-       Sık sık duyduğunuzu bildiğim bir soruyu size bir kez ben de sormak istiyorum. Bize sinema göstergebiliminin ne işe yaradığını yada yarayabileceğini söyler misiniz?

 

Christian Metz – Hiçbir şeye. Benim düşünce biçimim açısından hiçbir işe yaramıyor, diyebilirim. Göstergebilim”arı sosyal bilimler” e ait bir daldır, uygulamalı olmayan sosyal bilimlere aittir. Başka bir yerde uygulanmak üzere üretilmemiştir. Onun amacı anlamaktır. Olayları daha iyi anlama amacını gütmektedir göstergebilim. O kendi kendinin amacıdır. Öte yandan, kimi insanlar başka amaçlarla sinema göstergebiliminden yararlanmaktadırlar. Bu onların hakkıdır. Bir metin yayınlandığı andan itibaren artık herkesin malıdır. Herkesin ondan yararlanma hakkı vardır. Deneysel film yapan yönetmenler, öncü sinemacılar, göstergebilimden esinlenmektedirler: örneğin Alman yönetmen Werner Mekes. Bunlar genelinde çok sevimli insanlardır. Ancak böyle bir yararlanma biçimini ben kesinlikle öngörmemiştim. Ve böyle bir kullanıma karşı değilim.

 

-       Ancak, siz de sinemadan yararlandığınıza göre, sinemacıların da bu metinlerden yararlanması çok doğal bir şey değil mi?

 

Christian Metz – Evet, kesinlikle katılıyorum.

 

-       Öyleyse sinema göstergebilimi sonuçta yine de bir işe yarıyor demektir.

 

Christian Metz – Şöyle diyelim, ben (faşist bir kullanım biçiminin dışında) her türlü kullanıma açığım, ancak daha önceden hiçbir kullanım biçimini öngörmemiştim. Ve bu kullanım biçimleri benim sorunum değildir. Örneğin, diyelim ki bir kuramcı sinemada sekiz büyük kurgulama biçimi vardır, diyor, arkasından bir başkası çıkıyor ve daha bir kesinlikle dokuz kurgulama biçimi vardır, diyor. Bu yararsız bir şeydir, şu ayrımla ki, eğer dokuz demekle gerçeğe daha yakınsa bunu söyleme hakkına da sahip olmalıdır. Bu da gerçeği sevip sevmemeye bağlı bir şey doğal olarak.

 

-       Sinema göstergebilimine ilk saldırıların ne taraftan geldiğini söyleyebilirmisiniz?

 

Christian Metz – İlk saldırılar sinema severlerden, kimi sinema eleştirmenlerinden geldi.Çünkü bunlar geleneksel estetiğin bilimsel kavramlarla işgal edilmesini istemiyorlardı. Öte yandan bir ikinci saldırı tam karşı taraftan, yani kimi dilbilimcilerden, dilbilimin, dil incelemesinden başka bir işe yaramasını istemeyen ve dilbilimin yalnızca dillerin incelenmesinde kullanılmasını isteyen A. Martinet eğilimindeki dilbilimcilerden geldi. Bu iki karşıt gurup bir noktada anlaşıyorlardı: göstergebilime saldırma. Bu ilişkisiz iki gurup olguları birbirinden ayırma amacını gütmekteydiler. Birinciler sinemanın bilimden ayrı tututlmasını, ikinciler ise dil incelemelerinin öteki dil incelemelerinden ayrılmasını istiyorlardı.

 

-       Peki, Fransa’ nın dışında saldırıların geldiği bir ülke yok mu?

 

Christian Metz – Özellikle A.B.D.’ de çok yoğun saldırılara hedef oldu. Ve bu saldırıların geldiği yer yine sinema eleştirmenleri ve sinema severlerdi. Fransa’ dakine benzer nedenler yüzünden saldırdılar. Şu farkla ki oradaki pragmatic anglo-sakson geleneğinden güç alıyorlardı. Bu gelenek yüzünden orada felsefe yapılmamaktadır, çünkü başlangıçta, göstergebilimi tanımayan pek çok insan onu felsefeyle karıştırmıştır. Anglo-Sakson ülkelerde felsefeye karşı çıkan bir gelenek vardır: pragmatism. Onlar için sinema alanında araştırma yapmak yönetmenin özgeçmişini, doğum tarihini, vb.’yi incelemek gibi şeylerdir. Orada bir felsefe geleneği yoktur. Örneğin liselerde bir yıl bile felsefe dersi okutulmaz. Oysa Avrupa’ da bu vardır.

 

-       Sinema göstergebiliminin gelişmesini engelleyen güçlüklerin hangi noktalarda yoğunlaştıklarından sözedebilir misiniz?

 

Christian Metz – Öyle sanıyorum ki en güç nokta her filmin kendi özellikleri içinde algılanması olayıdır. Çözümü en güç olan noktanın bu olduğunu sanıyorum. Çünkü göstergebilim çözümleme için genel araçlar sunmaktadır. Ancak bu araçlar, daha tanımlarında pek çok filmde ortak olarak bulunur. Ve tek bir filmin çözümlenmesi söz konusu olduğundaysa doğal olarak onun, başka hiçbir filmde bulunmayan kendine özgü özelliklere sahip olduğu görülmektedir. Böyle bir durumda göstergebilim uzmanının sahip olduğu kavramlar genel bir düzeyde kalmaktadır. Bu yüzden kimi zaman göstergebilimsel akıl yürütmenin dışında kalan alanlara kayarak, başka kavramlardan yararlanmak gerekiyor. Örneğin, üstünde çalışılan filmin doğrudan ürettiği kavramlar gibi. Bir başka deyişle en güç sorun genel olanla tekil olanın karşılaşmasıdır, denebilir. Bu da bir yerde her bilim dalının sorunudur. Görüleceği gibi bu noktada takılmak hiç de şaşırtıcı bir şey değildir.

 

-       Julia Kristeva: “Anlam üretimlerini göstergeyle olan ilişkileri içinde inceleyerek onlara tarihsel bir konum vereceğiz ve göstergebilim de her telden çalmayı bırakarak her türlü anlam üretiminin temelini oluşturan bir ideolojiler bilimi olacaktır.” demektedir. Siz aynı düşünceyi paylaşıyor musunuz?

 

Christian Metz – Evet, bu tümcenin taşıdığı genel düşünceyi paylaşıyorum, ancak bu tümcenin taşıdığı tutkuyu paylaşmıyorum. Bununla şunu söylemek istiyorum; bu tümce büyük bir ideali betimlemektedir ve öyle sanıyorum ki bu ideale erişebilmek çok, ama çok güç bir iştir. Bu iş ancak üç yüzyılda tamamlanabilir, ya da iki yüzyılda, belki de yüzyıl da olabilir, daha önce değil. Benim için biraz hayali bir tümce, “yanlış” demiyorum, yalnızca “hayali” bir tümce diyorum. Biraz havada kalan bir düşünce. Umarım gerçekleşir.

 

-       Le significant imaginaire adlı yapıtınız ve yürürlükte olan çalışmalarınız psikanalize doğru yön değiştirdiğinizi gösteriyor. Bu yön değiştirmenin nedenini açıklayabilir misiniz?

 

Christian Metz – Evet. Ancak önce buna yön değiştirme demeyelim. Çünkü ben olaya böyle bakmıyorum. Yalnızca iki bilim dalı vardır, anlamın dili olarak adlandırılabilecek yalnızca iki bilim dalı vardır. Bunlar dilbilim ile psikanalizdir. Doğal olarak bütün bilim dalları anlamı inceler, örneğin toplumbilim bütünüyle anlamı inceler. Ancak anlamı araştırma konusu olarak ele alıp inceleyen yalnızca iki bilim dalı vardır ki , onlarda sözünü ettiğimiz dallardır. Söz konusu olan ya birincil sürecin anlamıdır (duygusal düşünce biçimi, düş, vb. Gibi şeyler buna dahildir, tüm bunlar psikanalizin konularıdır), ya da ikincil sürece özgü düşünce biçimleri, usa yatkın, mantıksal düşünce biçimleri vardır ki bunlar da dilbilimin konularıdır.

 

-       Biçimlerle, içerikler öyleyse?

 

Christian Metz – Evet, yoo hayır. Her iki durumda da söz konusu olan hem biçimler hem de içeriklerdir. Şöyle diyelim: mantıksal olan ve mantıksal olmayan düşünce biçimleri vardır. Öyle sanıyorum ki, bu açıklamaların ışığında bir yön değişikliği yoktur diyebiliriz. Yalnızca anlamı inceleyen o kadar az dal var ki, bunlar da sözünü ettiğimiz gibi dilbilim ve psikanalizdir. Ayrıca anlamı inceleyen bir üçüncü daldan da söz edebilir, mantık. Ancak günümüzde mantık artık dilbilimle iç içe geçmiş durumdadır. Üstelik öyle sanıyorum ki sinema gibi bir dışavurum aracının incelenmesinde psikanaliz boyutu kendini zorunlu kılmaktadır. Çünkü sinema devingen imgelerden oluşmaktadır, aynen bir düş gibi. Düş’ le olan benzerliğini söylemeyen kalmamıştır. Bunu yüzlerce insan söylemiştir, hem de hiçbiri psikanalizci değildir. Yalnızca sinemaya giderek bu olayın farkına varmışlardır. Daha 1920’ li yıllarda varılmıştır bu benzerliğin farkına. Psikanalize başvurma işte bu yüzden zorunludur. Öyle sanıyorum.

 

-       Ancak başlangıçta kesinlikle psikanalize el atmamıştınız. Yalnızca dilbilim ve doğal mantığın alanı içinde kalmıştınız.

 

Christian Metz – Bu ilk aşamada yalnızca filmi incelemiştim. Yoksa film-seyirci ilişkisini değil.

 

-       Evet, bu işe Le Significant Imaginaire ile başladınız.

 

Christian Metz – Seyirciyi incelemek istediğiniz anda psikanalizden kurtuluş yok gibi görünüyor.

 

-       Eğer yanılmıyorsam şu son beş, altı yıldır sinema göstergebilimi özellikle sinema biçimleri üzerinde yoğunlaşmış bulunuyor. Acaba bunun nedenini söyleyebilir misiniz?

 

Christian Metz – Burada bir yanlış anlaşılmanın söz konusu olduğunu sanıyorum. Ben aynı düşüncede değilim. Hiçbir bilim dalı içeriği incelemez, eğer bununla söylenmek istenen yalnızca “içerik” in kendisiyse , o incelenemez. Hiçbir şey söylenemez, yalnızca yaşanabilir. Ben biçim-içerik karşıtlığına inananlardan değilim. Göstergebilimin zorunlu biçimleri incelemesi gerektiği düşüncesindeyim.

 

-       Örneğin (bir başka bağlamda) “biçimlendiren-biçimlenmiş” ikilisini kullanıyorsunuz. Bu son ikili yavaş yavaş karşıt olmayan biçim-içerik ikilisinin yerini alabilir mi?

 

Christian Metz – Ben bu “biçimlendiren-biçimlenmiş” ikilisinden önce Sinemada Anlam Üstüne Denemeler’ in II. cildinde Hjelmslev’ in düşüncelerinden yola çıkarak gösterenin bir biçimi ve gösterilenin bir biçimi olduğunu söylemiştim. Hjelmslev buna dışavurumun biçimi ve içeriğin biçimi demektedir. Zaten bütün bilimler yalnızca biçimi inceleyemezler, içeriğin biçimini incelemek zorundadırlar. Ve göstergebilim de içeriğin biçimini incelemektedir.

 

-       Sinema göstergebiliminin biraz da güncel durumundan söz edebilir misiniz?

 

Christian Metz – İçinde bulunduğu durum da, sinema göstergebiliminin bir hamle yapması söz konusu değildir. Artık o, bir yenilik olmaktan çıkmıştır. Fransa’ da iyice yaygınlaşmış ve tanınmış bir durumdadır. Buna karşılık, merkezden uzakta bulunan ülkelerdeyse bir yenilik olmayı sürdürmektedir.

 

-       Günümüzde artık tüm sinema kuramları temellerini göstergebilime dayandırmak zorunda kalmışlar ve kalmaktadırlar. Bütün çalışmalar ve yayınlar bu olgunun doğruluğunu vurgulamaktadır. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-        

Christian Metz – Bu çok doğal bir şey, çünkü en son ortaya çıkmış olan kuram odur. Her kuram birazda modadır. Ancak Fransa’da bu moda beş, altı yıl önce sona ermiştir. Her alanda olduğu gibi yeni bir kuram, yeni bir moda çıkmadıkça eskisi varlığını sürdürecektir.

 

-       Sinema’ da alt- kodlar sorununa eğildiğimizde (ki bunların arasında ekinsel kodlar vardır) bu noktadan yola çıkarak her çözümleyicinin ancak tanıdığı ekin’ in kodlarını çözebileceği söylenebilir. Ancak minimum bir iletişim düzeyi olması gerekir. Öyleyse sinema göstergebilimi ancak bu minimum düzeydeki anlam iletimini inceleyebilir düşüncesindeyim. Siz ne diyorsunuz?

 

Christian Metz – Bence göstergebilim ile göstergebilimciyi karıştırmamak gerekir. Her göstergebilimcinin her filmi çözümleyebileceği söylenemez. Örneğin bir türk filmini çözümlemek için göstergebilimci olmak yeterli değildir, aynı zamanda Türkiye ve Türk dilini de çok iyi bilmek gerekir. Bu yüzden iki koşul söz konusudur: hem yöntemi bilmek, hem de o kültürü tanımak.

 

-       Üçüncü Dünya ile sinema göstergebilimi konusunda ortak çalışmalar yapılıyor mu?

 

Christian Metz – Kimi ülkelerde var. Örneğin Fransa’ yla Latin Amerika arasında yapılan ortak çalışmalar var. Venezuela’ da “Televizyon Göstergebilim Dergisi” var. Ve çok önemli bir dergi olma yolundadır. Hemen bütün dünyaya dağıtılmaktadır. Venezuelalı ve Arjantin’ den oraya kaçmış siyasi mülteciler tarafından yayınlanmaktadır.

 

KAYNAKÇA

 

Adanır, Oğuz, “Çağdaş ELEŞTİRİ Dergisi”, Mart 1983 , sayı 3

 

Andrew, J. Dudley, “Sinema Kuramları” çev. İbrahim Şener, İstanbul: İzdüşüm Yayınları, 2000.

 

Büker, Seçil, “Sinemada Anlam Yaratma”, Eskişehir : Milliyet Yayınları, 1985.

 



[1] Adanır, Oğuz  Çağdaş Eleştiri Dergisi , Mart 1983, sayı 6

[2] Büker, Seçil Sinemada Anlam Yaratma , 1985, Milliyet Yayınları